20 Kasım 2014 Perşembe

Sallama Çay

İzler. İzleyişler. Geçişler. Nefes..
Kaçış hep, hep bir şeylerden kaçış.. Tekrar nefes..
        ***
Buğulu bir pencerenin arkasından izledim şehri. Güneşin doğuşundan batışına kadar. İlk pembelikten son kızıla kadar.. Kavgayı, tanışmayı, doğumu, ölümü içinde barındıran koca bir günü yine sabah kalktığımda içime kurduğum o müzikle izledim; dinledim. 
Her sabah yeni bi ızdırapla doğardım; bu sabah da her sabah gibi; doğdum.. Fırtınayla.. Sallama çayımı bardağa koyup suyun kaynamasını bekledim.(ne samimiyetsizdir "sallama" çay) gece boyunca yapışmış yemek borumdan kuru bir ekmeği zorla geçirip "gün gibi kaos" a attım kendimi. Buğulu cam; yeniden.. Akan bir şehir, uyanmaya çalışan.. Kaos; kaos olacak ya kornasız kavgasız olur mu; yeni bir sabaha yeniden "doğma"nın sancısı çıkarılacak elbet birilerinden.. 
Hiç bilmediğim hayatlara; kulak misafiri oluyorum. Ne tuhaf; beni asla tanımadınız ama yol boyunca muhabbet ettim sizinle, ne tuhaf..
Buğuya yeniden dönüyorum.. Az kaldı.  Kimse görmüyor birbirini. Telaş; hem de nasıl.( ne için..) Yol bitti; başlıyoruz..
Tanıdık yüzler görüyorum. Tanışmadığım "tanıdık" yüzler.. 
"Günaydın"( Bir gün tanışsak ya sizinle; yeniden. Bu telaş bitmez; beklersek. Akışın/telaşın tam ortasında belki kendi yaptığımız bir gemide.. Yeniden)
***
Odalar..
Çoktan uyanmışlar..
Nefes, tekrar nefes..
***
İkinci sallama çayım. Uyanmalı artık. Göz kapaklarımı kafeinle asmalı kaşlarıma.. Dinlemeli; hatmetmeli, öğrenmeliyim. Yararsız. Çarpıntıdan başka bi işe yaramadı çay. "Sallama çay" . Adapte olmalı "şu ana". Gidip geliyor görüntüler, sesler. Uyanmalı..
Kent uyandı artık. Güneş tepede.. Şarkı nakarata döndü saat benim saatim. Yürüyorum..Geçiyorum yanlarından.. Acı çığlıkların, fırtınada terlik giymiş ayakların, yumruk yumruğa kavgaların, nefessiz nefeslerin, yetmeyen kalplerin, tıkalı damarların.. Kanların, balgamların..
Geçiyorum..
Yine buğu, yine şehir. Bu kez şarkı en hüzünlü ezgisinde. Kızıla dönmüş. Keman en tiz sesiyle.. "Geçtiklerim" geçiyor gözümün önünden. Yetişemiyorum. Buğuyu görmüyorum. Şehir de yok artık. Beklemeye ne hacet "dem"e ne gerek var.. Nefes.. Yeniden.. Yeniden tek kişilik hayatımın en sallama çayını demliyorum; uyuyalım.. 
Nefes..
Şarkı bitti..
Uyuyorum.





16 Kasım 2014 Pazar

Anadan Üryan

Samimiyetsizlikten mütevellit "birbirimizi doğru anlayamıyoruz ve sonu acı çekmeye gidecek kadar uzayan bir anlayışsızlık içinde kıvranıyoruz..bir 'samimiyet antlaşması' yapılmalı " demiş Tarhan Gürhan psikeart samimiyet sayısında. Benden de nacizane bir kaç fikir olsun istedim bu anlaşmaya;
Hergün kuşandığımız maskelerden kurtulmalı, kendimizden değil "mış gibi"lerden hızla uzaklaşmalı, kusmalı, ağlamalı hep üstünü yalayıp geçtiğimiz "deniz"e cesaret edip bir nefeste dalmalı.. Dibi olmayan bir deryada yüzmenin; bizi kördüğüm olmuş sıkıntılara, yalnızlıklara, serotonin reseptörlerimizi dolduran ama asla bir muhabbetin boşluğunu dolduramayacak olan antidepresanlara itecek bir kaos değil "ben"i bendeki "öteki"yi keşfetmek adına yapılacak olan doyumsuz bir yolculuk olacağına inanmalı.. "Ötekinin cehennem oluşu"nun ızdırabıyla değil derinlere "boğdunuz" 'öteki'yi(uzaklaştığınız kendinizi) anlamanın/anlamaya yaklaşmanın heyecanıyla ilerlemeli sonra tüm ağırlığımızı o saf suyun içine bırakıp kontrolsuz salınmalı; anne karnındaki gibi huzurla -ama bu sefer bağımsız özgür ve sınırsız bir "sıvı"da- sonra tüm samimiyet tüm 'açıklığımız'la anadan üryan yeniden doğmalıyız.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Soru

Aşkı kendimiz yaratırız kuşkusuz. Peki neden yaratıyoruz aşkı ? Değersizlik duygumuzdan mı ? Hiçbir zaman tam olamayacak olmamızdan mı ? Biz eksik yaratıkların patolojik kıskançlığı aşkın neresine düşer ? Düşerse yaralar mı ? Kendine güvensizlik, düşük özsaygıdan kaynaklanan bu çıldırtan rahatsızlığa tutulacak ne yaşarız savunmasız cephanesiz fallik döneminizde. Neden bir şeye bağlanma ihtiyacı duyarız ? Bağlanmazsak düşecek miyiz ? Hepimiz mi "hasta"yız ? Aşk gerçekten Adem ile Havva’dan kalan eski koskocaman bir yalan mıdır ? Onlar da bizi "yaratmak" için mi "kandırılmışlardır" bir "kızıl elma" tarafından ? Sukuti Sondem'in dediği gibi insan gerçekten psikosomatik bir hezeyan mıdır aslı olmayan ? Hiçbir zaman tam olamacağı gerçeğinin bilincinde olma cezasına çarptırılmış çıldırmaya direnen çaresizler çaresizi bir "direnişçi" midir yoksa ?