15 Nisan 2015 Çarşamba

Sonu olmayan "deniz"in içindeki "sonlu" anlam arayıcıları..

Aklındakileri kağıda dökememek.. Sözcüklerin tam da oralarda bir yerlerde olduğunu bilip yakalayamamak.. "Derinlik"te "boğma" korkusu-sözcükleri.. 
Ne kadar zor "anlatmak" kendini.. Ona berikine ötekine değil.. Önce kendine, kendini anlatmak ne kadar zor.. "An"ın tam ortasında içimde uyanan hisleri sözcüklere iliştirip dışarı "kusmak" tüm derinliğiyle ama asla "boğma"dan sözcükleri; işte o zaman ancak "daldım" diyebiliyorum.. Ve yüzeyde sakince salınmak varken hiç "kırılmamış" güneş ışıklarıyla; ağırlığı çekse de "derin"liğin kütlesi kadar onu yukarı, kulakları "bağırsa" da basıçtan, vurgun yemekten korkmadan "insan"ın en derinine dalıp "anlamlandıran", "anlam"ı sözcüklere iliştirip kağıda tutuşturan o güzel kadın ve adamlar geliyor aklıma.. "Anlam" arayanlar diyorum, iyi ki varlar.. "Aramak" için cesaret veriyorlar-sonu olmayan bu denizin içinde.. Sonu olmayan "deniz"in içindeki "sonlu" anlam arayıcıları.. Ne haset uyandırıcı. Ulaşabildiklerimizin asla ulaşamayacaklarımızın yanında Kaf dağının bitişiğindeki bi çakıl taşı gibi kalması..ne haset uyandırıcı. Ve " 'ben' denilen varlığın kozmik sonsuzlukta bir an yanıp sönen bir ateş böceği bile olamayacağının"* (sevdalım hayat, zülfü livaneli) farkında olmayan biz iki ayaklı yaratıkların 'kibri' ne kadar trajik -ve 'geniş zamanda' ne gülünç..
Ve inanıyorum; bizi 'derin'lik kurtaracak.. 'Ben'in bu 'sonsuzluğun' içinde bi bit yeniği kadar küçük,bi kelebeğin 'nefesi' kadar 'sonlu' olduğunu görmek-görmeyi arzulamak kurtaracak.. Sonrası; alabildiğine "hafifsin"..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder