21 Eylül 2015 Pazartesi

Şiir gibi bi'şi

Kalemin gölgesi "bir" olur vururken kağıda
Sonbahar; çiçek kokulu bir pike gibi örterken üstünü
Düşün ağaç bir ev içinde yağmurun tam ortasında;
"Öylesine" hafifsin..
"Öylesine" yaşamaktan yorulmuş sığınmışsın ıslak odunların kızılına
Düşün; deliliğin yaşamaya direnirken verilecek en "normal" tepki olduğunu
Düşünürken "anla"
Düşünürken "ağla"
Düşünürken "uyu"
Burayı hiç terketmeyecekmişsin gibi
Yarın seni anlayacaklarmış gibi uyu
Setsuko Seitasına kavuşacak,
Ateşböcekleri hiç ölmeyecek,
Yarın barış gelecekmiş gibi uyu..

8 Ağustos 2015 Cumartesi

İzleyişler

Yürüdüm. 

Sol tarafımda uzanan masmavi denizle sağ tarafımı boydan boya kaplayan çam ağaçlarının tam ortasında kokuları tüm doğal haliyle içime çeke çeke yürüdüm. 
Tepeden nasıl küçük gözüküyor her şey; nasıl farklı içindeyken vapur ve buradan izliyorken denizde süzülüşü-sanki hiç dalgalara çarpıp sallanmıyor gibi. Ve ne kadar yakın gökyüzü; ya güneşi yakalayıp tam batarken "dur böyle" diyeceğim ya da bulutları getireceğim üstüme yağsın diye yağmurlar. 

Pek severim insanları izlemeyi. Geçişleri izledim. Telaşı bırakamayıp bi yerde manzaraya karşı iç çekişlerini. Çaya kaç şeker attıklarını. Komşusundan kocasından kaynanasından yana sitemlerini.. "Memleket meselelerine" el atıp.. "Olacağı yok çekip gitmeli bu memleketten" diyeni de..Seveni de söveni de.. İzledim. 
Doymayan, doyamayan godaman kıçlarını yasladıkları deri sandelyelerden "ölümler" savuran "adam"lar için bir de ben küfür savurdum manzaraya doğru. 

Tekrar döndüm insanlara. Tek tek. Ne kadar çok insan ne kadar çok hikaye var. Ama kimselerin vakti yok durup hiçkimsenin hikayesini dinlemeye. Dinlemek yerine; acımasız önyargıları, en "yasa tanımaz"ın bile kendi doğruluk kümesinden çıkardığı hükümleri var; uymayanı yargılayan. Olduğu yerde "say"dıkları, taptığı dogmaları var; "say"mayanı yargılayan. Hikayeler zaman kaybı.. "Etiketler" en kolayı. 
"Kapatıp kendimizi; yalayıp geçelim hayatlarımızdan birbirimizin. Bir figuran gibi" 
Ne yazık bir dosta değil de bir figurana ihtiyacı olana..

Kızgınlık, merhamet, çaresizlik, umut.. hepsi üşüsüyor insandan yana düşünene. 

Kafamdakileri kovup yürüdüm biraz daha. Bu sefer insansız, zamansız ve mekansız gibi. Güneşi batırana dek yürüdüm.



23 Temmuz 2015 Perşembe

Duvar

“Sonra gece oluyor 
ve hiç tanımadığım bir yankının gürültüsü kopuyor içimde."-Emre Karataş
***
 Sabaha kadar uyumamaya "mahkum edilenlerden"im ben de. Ya gözlerim kepenklerini hiç kapatmaz ya da mahalle sakiniyle akşam sohbetlerine dalarlar "içeri"de.. 
Çay demlenir bir yandan-muhabbetle birlikte. "Alış-veriş" bitmiştir; "herkese benden çay zamanı"dır. Samimidir çünkü gece. Hesapsızdır. Neyse O'dur. 
Değil mi ki en güzeli sevişmelerin geceleyin olandır. 
"Ben"in bana en yakın olduğu zamandır. İki lafın belini kırmanın, "kırılmanın" tam da zamanıdır.

***
"Neden"dir gece ? "Nasıl"dır.
"Nasıl unutuyor insan bu kadar; sevmeyi, dokunmayı.. 'Nasıl bu kadar yabancılaşıyor bedenine. Nasıl susuyor hep bir ağızdan tüm "yasaklar"ına'.  Deli gibi istediği o "yasak"ları atarken derine nasıl göremiyor volkan olup patlayacağını ? Anlamaktan ve düşünmekten nasıl kaçabiliyor böylesi"..dir mesela. 
Kaçarken yakalamandır kendini "mahalle aralarında". Aynadır. Acıtır. Ta ki güneş doğup da sen "güvenli alanı"na kaçana kadar..
***
İnsan ; gerçekleştiremediği bilinçdışı arzularının peşine düşmüş çocuğunu/özünü "duvar"ların arasında susturmaya direnirken etrafa saçılan 'hayal' kırıklarını toplamaya çalışan bir avaredir. 

Hayal kuran; ne kadar yakınsa anlamaya, sevmeye, sevişmeye duvarın "dış"ındaki bir o kadar uzaktır. Bir o kadar "yabancı"dır..
Ne zaman ?
Nasıl ?
Neden ?
Sahi bizler; ne zaman, nasıl , neden ördük onca duvarı "iç"imize ?

(Yazdıktan 1gün sonra rastladım. Anlatmak istediklerimi bi' kitapta, bi' duvarda, muhabbetin bi' köşesinde görüp duyunca tarifsiz mutlu oluyorum. Derinliklerdeki 'deliye dönmüş anlaşılma isteği'm kelebekler saçıyor içime .. Tesadüfler güzel :) 
"Sonra gece oluyor 
ve hiç tanımadığım bir yankının gürültüsü kopuyor içimde." 

Emre Karataş”)...


4 Haziran 2015 Perşembe

"Ben" bi su damlası


Araya giren dağlara bozkıra"rağmen" ülkenin en batısından atıp tutagelmek.. Uzak tutulmuşlukların kıskacına hapis, set çekmek "insan"lığa.. Gözünüzün önünde yaşandığında kahrolacağınız zulümlere algınızı koskaca bi bayrakla kapatmak.. "Masum insanları öldürmenin utancını kapatacak büyüklükte bir bayrak yok"ken hem de.. Sınırlar "büyük adam"ların işine geliyorken sadece kendi konformist coğrafyanızın içine saplanıp bilmeye görmeye çalışmadan "sınır bilemek"  ..önermeleri baştan oluşturup hükümleri dizdiğiniz "kendi doğruluk" kümenizden Evrensele ulaştığınızı zannedip "öte"sini görememek -zaten görmeye de ihtiyaç duymamak.. Daha kendi "iç"inizden bu kadar uzakken içinizden doğdunu anlayamadığınız "zehir"inizi nereye kusacağınızı bilememek.. Kendine dönüp aynada bakma meselesi yani..  "tüm sınırların" kendi "ellerinden" çıktığını görme meselesi.. Ama görmeye anlamaya ne hacet orasi "öte"si.. O "öteki". "Ben" se hala "kendinin ve homojenliğin farkında olmadan sonsuz "gri"liğin içinde yüzen tek bi yağmur damlasına dahi tahammülü olmayan bi su damlası."

26 Mayıs 2015 Salı

Tenhadakiler

Günün akanları bi tortu gibi birikir gecede. Akarken farkedemediğin nicesini arkada bırakıp gider gün, posasıyla yalnız bırakıp seni.. İnsanlar koşuşturur zihninde; 'an'ların içinden kopup gelirler-gecene ortak. Amigdalanın ve limbik sistemin komşuluğundan kopup gelen yüzler kortikal alana misafirliğe gelirler en emrivakisinden. Gyruslar rahat gyruslar güzel, yayılırlar.. Uyku uğramaz onlar gidene kadar.. Tenhalarda kalmış bi kaçıyla koyu bi muhabbete girmemle diner gürültü-bazı geceler- eğer şanslıysam. 'Tenhadakiler'le sonsuzdur gece ve sohbet. Bilinçaltım ayyuka çıkana kadar konuşuruz;uykuya geçerkenki sınırı anlamadan kayarım gecenin içinden. 
Anlamam hiç her gece yastığa baş koydu mu uykuya dalanları -birden.. Yastığa baş koyup uyuyamayınca tama yakın olur gün- gece öğretir insana.
 Uykuya bu denli hızlıca dalmak/dalabilmek düşünmekten kaçmak mıdır  ? Eğer öyleyse; Rodin'in düşünen adam heykelinin bir kopyasının ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde olmasıyla mı ilintili bu kaçış-"Düşünürsem delireceğim" korkusu..
Tam da o bahçenin içinden renksiz duvarların arkasından kapatılanlardan birinin kaleminden bir şiir:
"Bir çift göz arıyorum 
 bakıp da gören
***
Görüp de gördüğünün 
Ne olduğunu bilen
***
Ne olduğunu bildiği 
Şeyden nefret etmeyen
***
Seven, seven, seven"

Böyle ise; "delirelim" öyleyse..

Gece bir armağan düşünmek ve sevişmek için; "görüp de gördüğünün ne olduğunu bilmek için".. Kıymetini bilmeli.


15 Nisan 2015 Çarşamba

Sonu olmayan "deniz"in içindeki "sonlu" anlam arayıcıları..

Aklındakileri kağıda dökememek.. Sözcüklerin tam da oralarda bir yerlerde olduğunu bilip yakalayamamak.. "Derinlik"te "boğma" korkusu-sözcükleri.. 
Ne kadar zor "anlatmak" kendini.. Ona berikine ötekine değil.. Önce kendine, kendini anlatmak ne kadar zor.. "An"ın tam ortasında içimde uyanan hisleri sözcüklere iliştirip dışarı "kusmak" tüm derinliğiyle ama asla "boğma"dan sözcükleri; işte o zaman ancak "daldım" diyebiliyorum.. Ve yüzeyde sakince salınmak varken hiç "kırılmamış" güneş ışıklarıyla; ağırlığı çekse de "derin"liğin kütlesi kadar onu yukarı, kulakları "bağırsa" da basıçtan, vurgun yemekten korkmadan "insan"ın en derinine dalıp "anlamlandıran", "anlam"ı sözcüklere iliştirip kağıda tutuşturan o güzel kadın ve adamlar geliyor aklıma.. "Anlam" arayanlar diyorum, iyi ki varlar.. "Aramak" için cesaret veriyorlar-sonu olmayan bu denizin içinde.. Sonu olmayan "deniz"in içindeki "sonlu" anlam arayıcıları.. Ne haset uyandırıcı. Ulaşabildiklerimizin asla ulaşamayacaklarımızın yanında Kaf dağının bitişiğindeki bi çakıl taşı gibi kalması..ne haset uyandırıcı. Ve " 'ben' denilen varlığın kozmik sonsuzlukta bir an yanıp sönen bir ateş böceği bile olamayacağının"* (sevdalım hayat, zülfü livaneli) farkında olmayan biz iki ayaklı yaratıkların 'kibri' ne kadar trajik -ve 'geniş zamanda' ne gülünç..
Ve inanıyorum; bizi 'derin'lik kurtaracak.. 'Ben'in bu 'sonsuzluğun' içinde bi bit yeniği kadar küçük,bi kelebeğin 'nefesi' kadar 'sonlu' olduğunu görmek-görmeyi arzulamak kurtaracak.. Sonrası; alabildiğine "hafifsin"..



1 Nisan 2015 Çarşamba

"Amniyos Denizi"nden geleli 21 yıl..

Zaman öylece akıp gidiyor "an"ın içinden.. "An"ı okşayıp geçerken çoğu zaman-kalabalıkların içindeyken-duyumsamıyoruz akrebin yelkovanı kovaladığını.. Belki kalabalık ve gürültüden uzak bi deniz kenarında güneş batarken ya da alabildiğine yeşil bir yaylada yağmur yağarken günün ilk "gri" ışığında; bi "an"lık yakalıyoruz zamanı.. "An"ı kocaman bi nefesle çekip yerleştiriyoruz ciğerlerimize.. Gözlerimizle güneşin kızıllığını görüp kulaklarımızla çatıya dökülen damlaların sesini duyduğumuzda ve rüzgarın tenimizi hafifçe yaladığını hissettiğimizde; o "an"lık akrebi zehirli kuyruğundan tutup biraz "dur" diyoruz.. "Yavaşla" hissedeyim "akış"ı.. Tabi nafile sonra yine kurtarıyor paçayı; koştururken yelkovanla akrep sanki biz de yetişmek için onlara var gücümüzle "ilerliyoruz." Ne ilerleme ama! Çoğu zaman "anlamadan" "dinlemeden" "anlamaya çalışmadan".. Belki de bu yüzden ne akrebin ne yelkovanın hızına yetişemediğimizde o denli şaşırıyoruz.. "Ne çabuk geçti zaman.." "Yahu ne ara..?"
Ne ara bu kadar değişti bedenim ve ruhum.. Bu "dönüşüm"ün bi "milad"ı var mıydı ? Homojendi elbet zaman da; su gibi. Su gibi berraktı da ayrıca her yolun "amniyos denizi"ne çıkacağı..
 21. Günün aşkıyla süzüldüğüm gibi süzülmek, akrebin kuyruğundan yakaladığımda "yaşıyoruz çok şükür" diyebilmek için kaçırmamalı "an"ları.. 21'e selam olsun..

14 Mart 2015 Cumartesi

Marş Marş!

Sabah oluverir en sessiz yerinden gecenin
Göğün pembeliğinde yankılanır 
egzosu ilk otobüsün
Dişliler otursun diye yerine; döner tekerler -hep ileriye
Bi dolu öğretiyi hatmetmek üzere ayrılır yatağının en sıcak yerinden çocuk
İçerler 'and'ı güzelleşirler
Tahtada bir şeyler karalayan kadın anlayamacaktır onu hiçbir zaman
Tıpkı uçurtmasıyla uçtuğunda ona inanmayan diğer büyük adam gibi
Uçurtmayla uçulamadığını zanneder büyük adam
Görmez 3.sayfa haberiyle uçan küçük çocuk ellerini 
Rüzgara direnir şeytan uçurtması
Kuyruğu bi dala takılana kadar..
Görmez yine adam
Büyük ela gözlere yansıyan 'hayal'i
-Görmez yine kadın
Daha dün bisikletli düşler kurmuştu oysaki iki ağaç arasına
Kovuğuna saklamıştı büyümeyi
Kara tahta da kardeşi değil miydi o ağacın ?
Neden zorla büyüsün isterdi..
'Yont'ulmuştu besbelli ondandı bu sessizliği
Yoksa gaddar bir tebeşirin şiddetini kabullenmezdi gövdesi
-
Yankılandı yeniden topuk sesleri kulaklarında
Ne kabus Tanrım
-Marşmarş-
'Boş boş' bakma dedi kadın 
Ne 'boş'luk ...
-Marşmaş-
Yazılacaktı hepsi kağıda
'Hayal kurma yeri değil burası'
-'Marşmarş'
Ne zaman 'hazır ol'acağını ne zaman 'rahat'layacağını de karar veremediğin 'hayal kuramadığın' yer
'Hoşgeldin çocuk'
'Hoşgeldin! Büyük kadın/ adam, kara tahta olmaya!'
'Çıkar kovuğundan büyümeyi! Hoşgeldin!'
'Hep ileri'
'Marşmaş!!'
'Hoşgeldin!'



4 Mart 2015 Çarşamba

Özgürce Uçsun İsterim

Penia, pencereyi açtı. Yola bakıyordu. Bir beklediği yoktu sadece ağaçların renklerinin yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya geçip gri gökyüzüyle buluşmasını izliyordu. Yağmur yağacaktı. Bayılırdı böyle kasvetli havalara. Ona huzur veriyordu.
Panos, uzandığı karyoladan kalktı tahta ve eskimiş parkeleri gıcırdatarak taş plağın yanına gitti "Sessizliği bozduğum için üzgünüm ama güzel bi tınıya da hayır demezsin diye düşünüyorum ?” 
Ortama yayılan müzik eşliğinde ikisi de kısa bir süre hiç konuşmadan oturdular. 
Penia döndü sonra "Zihnim Panos. Zihnim. Bu hava gibi bulutlu. Ama buluşacağı bi gökkuşağı yok güneş açtıktan sonra..Hatta zihnimin yağmuru bile yok Panos."
Panos pencereye doğru baktı "Gökyüzü biliyor mu gökkuşağıyla buluşacağını ? Hem bana sorarsan sen o bulutların dağılmasını da pek istemiyorsun. Bazı şeyleri bilmemek hepimizi daha huzurlu kılmaz mı?"
" 'Şey'leri bilmemek değil beni huzursuz eden. 'Anlam'ı yitirmek. Dengeyi tutturamadığımdan.. Sürekli tökezlemek. Ve artık aramak istememek belki de.."
"Dengeyi tutturmak mı ? Çevrende canlı ya da cansız 'dengeyi tutturan' bir tek şey göster bana. Bir şeylerle karışmayan bir tek nesne söyle. 'Tökezlemek' dahi, yolda olduğunu göstermez mi Penia hele ki 'sürekli tökezlemek' ne kadar inatçı olduğunu bu yolda ? Pencereden dışarı bakarken bile 'arıyorsun' Penia, aramak istiyorsun. Sakın bir daha öyle söyleme"
Penia pencereye dönerek gökyüzünde süzülen bi kuşu gösterdi :"Şu kuşu görüyor musun ? Özgürce kanat çırpıyor. Hiç bir şeyden korkmuyor. Ne yapıyor ? Kim bilir ?yavrularını ve kendi karnını doyuracak bir yem arıyor belki. Belki konaklayacabileceği bir yer. Belki de bir dost.. Ya da öylesine süzülüyor boşlukta. Kendini bırakmış rüzgara.. İşte Panos! İşte! Ben 'öylesine süzülmeyi' özledim. Tökezlemekten korkmadan. Susturulmaktan. Ayıplanmaktan. Kapatılmaktan.  Sahip olduğum her şeyi kaybetmekten korkmadan öylesine süzülmeyi. Öyle özledim ki.."
"Anlatalım onlara Penia"
"Anlamıyorlar Panos. Benim pencerem onlara çok uzak. Asla benim gördüklerimi göremeyecekler. Benim onların gördüklerini kabullenemeyişim gibi. Kuş işte Panos! Uçuyor. Ama onlar anlamıyorlar."

"SESSİZLİKK!!" 
Dışardan gelen ses kapıyı yalayıp geçti. Dışarısı yoktu ki.. Duymadılar.

"Aramak istiyorsun Penia! Aramak istiyoruz. Niye duruyoruz öyleyse ?"
"Çok sıkıldım Panos sadece bu pencerede gördüklerimle yetinmekten. Pencerenin izin verdiğince. Onların izin verdiğince.. Karalama defterim bitti. Yeni bir defter bile vermiyorlar Panos. Yeni pencereler çizmeme, çizmeme dahi izin vermiyorlar Panos. Yazmama asla. Söylesene şimdi bu duvarlara yazmak benim suçum mu ? Sadece bi kağıt Panos..Basit bir kağıt."

"SESSİZLİKK! KİME DİYORUM?!!"
Duymadılar..

"Bak bi daha yazıyorum. Bi daha çiziyorum. Duvarda yer kalmayana dek. Sadece basit bi kağıt istiyorum. Bana inanacak dizelere ihtiyacım var. Yeni pencerelere ihtiyacım var. Söyle onlara Panos bana bir kağıt versinler. Söyle onlara!!"

***
Hemşire, gürültü karşısında dayanamayıp odanın kapısına geldi. Kapının penceresinden içeri baktı. Kadın, işaret parmağını uzatmış duvarlara "hayali" yazılar yazıyordu. Bir yandan da "Sadece bir kağıt versinler Panos.” diye bağırıyordu. En son kalem verdiklerinde kağıtlar yetmemiş duvarlara yazılar yazıp resimler çizmeye başlamıştı. Zemin kattaki odasının küçük, parmaklıklı bir penceresi vardı onun ulaşamayacağı yükseklikte. Kalemiyle kocaman bir pencere çizmişti yatağının arkasına. Pencere açıktı. Gökyüzü gri, ağaçlar her renktendi. Bir tek kuş uçurtmuştu gökyüzüne. Yanına da "Özgürce uçsun isterim." yazmıştı pencerenin..

Hemşire içeri girdi. "Sakinleştirici getirin! Çabuk!" diye bağırdı dışarı. 

"Beni bırakma Panos ne yapacaklarını biliyorsun."
"Ben hep seninleyim Penia güçlü ol!"
"Müziği kapatmalarına izin verme Panos!"

Az sonra, sustu, "sakinleşti" kadın.. Sadece ağzının kenarında sessiz bir cümle kaldı:
 "Özgürce uçsun isterim.."








4 Şubat 2015 Çarşamba

Düş Kesesi

Süzülüyordum..
Berrak bir sıvının içinde..
Ne bir gemi ne bir yolcu
Hiç kimsenin uğramadığı
Issız bucaksız ama sonlu bir suda
Sıcacık ve dokunulmazdım..
21. Günün aşk'ıyla 
Çırılçıplak sarılmıştım tüm dallara 
Perdelerim kalktığındaysa daha sıkı..
Süzülüyordum..
Normlarınızın aksine "karanlık" saydığınız su güvenliydi "son"una kadar..
Kocaman beyaz bir el çekip almamışken beni mavi salıncağımdan.. 
Raflarınıza yerleştirdiğiniz kelimelerinizle, 
Etiketi üzerinde kuklalarınızla tanışmadan önce..
Kendi filmimi yerleştirmemişken yuvasına..
Telaşa kapılıp sürüklenmeye direnmemişken daha, pis kokulu kalabalıklığınızda..
Yağmur yağıp kaçıştığızda deliklerinize
Toprağın kokusunu çekiyordum ciğerlerime
Bazen mavinin içine gri beyaz çizgiler çizen sessiz bir geminin köpüğüne katılıyordum..
Güneş griyle sevişip yedi rengi doğurduğunda,
Umudu alıp yanıma
Belki gökkuşağının sonunda bir düş kesesi bulurum diye yürüyordum..
Annemin memesinden koptuğum o günden beri 
O beyaz el kapatana kadar üstümü tekrar..
...
Yürüyorum..


23 Ocak 2015 Cuma

Geç Kalışlar

Geç kalışlar..
Geç kalışları sevmeli.. Beklemeye/ düşünmeye/ görmeye fırsat geç kalışlar..
Telaşın ortasında bir nefes..
***
Okullara paydos herkese tatil.. Bana/bize değil. Herkesin kaosu terk edip dinginliğe dönmeye yola çıktığı bu günlerde biz bitmek bilmeyen sınavlardan birine daha giriyoruz.. 
"Eritrositleri yıkayıp da mı saklasak ışınlayıp da mı saklasak.. Gözyaşı hücresi neremizde ne zaman görülür -Ağladığımızda yanağımızda diyesim geliyor-.. 9 yaşındaki "olgu"nun dalağı ele geliyor hemogramı aşağıdaki gibiyse tanınız nedir.." 
Bağırasım geliyor en yüksek sesimle "Yahu 'insan' bunun neresinde ?!"
 "Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan yabancı bir öğe gibi önümüze getirilmiş...Her an belirtilen bi öğretiye, bizler hep hazırlanıyoruz. Neye ?" Diyor cağnım kadın..Ne güzel diyor..
Neye ?
"Bu türlü yaşama"ya biraz ara.. Programdaki boşluklardan bi tatil topluyorum.. Bir de bavulumu..Yol zamanı.. 
Zamanın akışına bırakayım derken kendimi, yolların doluluğunu unutuyorum.. Otogara vardığımda en erken otobüsün bir buçuk saat sonra olduğunu öğreniyorum; yanımdaki adam 10dk sonraya bilet alınca "E bilet yok demiştiniz  ?" Diye şaşırarak soruyorum görevliye. " 'Bayan' yanı yok hanımefendi " diyor sevgili bilet satıcısı. "Bayan", "hanımefendi" "koltuk numarası:22"..sevgili "etiketlerim", bavulum ve ben bi cafeye gidiyoruz beklemek için.. Bi çay bi kitap.. Akıp giden telaşlı insanlar, bavulları ve "yükleri" ile yola koyuluşlarını izliyorum "cümle araları"nda.. 
Tam da o anda bi cümle :" bir 'an' , zamanları, olayları, duyguları, dağları, kalın gövdeli, büyük dallı ağaçları, yeşil mavi Akdeniz'i, uzantısındaki okyanusları, okyanuslarla ufuklarda birleşen yıldızlı gökyüzünü ve dağların ardından yükselen güneşi aşan olaylarla dolu.... Kısacık anlarda çeşitli olayları, insan varoluşunun özünü, zamanı ve duyguları sınırsızlık içinde derinliğine düşünen insanlar çok mu ?" diye soruyor ben de cümlenin kendisine verdiği yanıt gibi "Bilmiyorum" diyorum.
"Ama insanlar çok..ne kadar çok.."
***
Zamanı kelimeler ve insanlarla doldurduktan sonra hesabı ödeyip kalkıyorum. 
Zamanı doldururken mesanemi de doldurmuşum; işemek için 1lira veriyorum. Bokun ve sidiğin bile sermayesi var şu dünyada.. 1liraya aldığım çayı 1liraya "işiyorum".. Çay bile "ödünç"..
Yola koyulduk.. "içeri"nin ışığından "dışarı"sı gözükmüyor.. Oysa ne severim yolu öylesine izlemeyi, ben dururken görüntülerin ardı ardına akmasını..
Hemencicik biten yolu şehir içi yolculuk izliyor. İçimi bi sıkıntı basıyor yerli yersiz.. Karanlıktan mı ? Dışarısını göremeyip nereye gittiğini bilememekten mi ? Deniz kenarından gitmektense şöforun duygusuz renksiz otobanı seçmesinden mi ? Neden? Öylesine birden.. Nalet sutyen de tam sıkıntının oturduğu yere sol mememin altıyla midemin birleştiği yere baskı yapıp artırıyor sıkıntıyı.. Sırtıma vuruyor ağrı, kusacak gibi oluyorum.. Çıkarıp atasım geliyor sutyeni.. "Memelerimi hapsetmek zorunda kalmayacağım bi dünya istiyorum arkadaş" diye haykırıyorum içimdeki çukura; yankılanıp göğsüme çarpıyor sedası.. Sonra yine nedensiz; kalkıveriyor sıkıntı göğsümdeki tahtından.
Yol da bitiyor, birazdan..
Kopçalarımdan kurtulup bedava işeyebileceğim evimde duraklamak üzere iniyorum otobüsten..
Gürültü, kömür kokusu, soğuk; bitiyor. "Bitiveriyor."
-Şimdilik..-


3 Ocak 2015 Cumartesi

Umuda Koşan Herkese..

"Saha"ya ilk çıkışım..

Tel örgülerle çevrili, zeytin ağaçları ve çamurla kaplı bir alan; "yaşam alanı(!)"..
Sayıları 10-15 kadar çocuk.. Bizi girişte karşılıyor. 
Arabalardan iniyoruz. Çocukların sayısı daha da artıyor. 
Hemen bi tanesi gözüme çarpıyor. Ben (utanmadan) tir tir titrerken iki kat çorabım, postallarımla; O inadına çırılçıplak ayaklarıyla bastığı toprağa gülümsüyor. Kalabalığı arkamıza katıp
kontrole çıkıyoruz sırayla çadırları..
Çadırlar naylondan; soğuk geçirmesin diye çarşaflar germişler içlerine. Yere serdikleri halılar ise nemli ve soğuk; ıslak toprak yüzünden. 
Çoğu çadırda(2 çadır hariç) soba var. Dumanı zehir sobalar..
Takdir edersiniz ki burada "hasta" olmak "takdir-i ilahi" değil; asla.. 
Öksürük, burun akıntıları, baş ağrıları, sırt, bel ve bacak ağrıları, göğüs ağrısı, (ilaçları biten hipertansifler) , çarpıntılar, alerjiler, uyuz, sedef, böbrek taşı,cilt altı amfizemi(cilt altına hava kaçması),beslenemeyen 40günlük bebek, kalbi delik dudakları ve parmakları mosmor bir başka bebek..
***
Çarpıntısı olan 50yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim erkek bir hastanın kontrolü yapıldığı sırada yanıbaşımızdaki raylardan tren geçiyor "hızlıca".. Gürültüsünden "duyamıyoruz" bi anlık birbirimizi. Çadırdaki küçük lamba sallanıyor.. Sonra gülüşmeler duyuyorum çadırın önünden kafamı çıkarıp dışarı bakıyorum; ikizlerden birinin çişi gelmiş indirip işemiş yolun ortasına. Yani diyor ki bizlere "Her türlü "pisliğinizi" alâlade yaptığınız bu dünyada çişinizi yaparken gizlenmeniz ironinin önde gidenidir sevgili ablalarım abilerim; işiyorum en ortalık yerinize." 
Dillerini bilmeden "anlaşıyoruz" çoğuyla.. Bir "gülümsemeyle".. 
Çünkü biliriz "gülmenin dili yok"..
Çünkü biliriz içten bir gülümseme en sıcak sözcük..
***
Bu satırları da "adetsizliğine küfrederken dünyanın"-onlar; ıslak halılarda, çıplak ayaklarıyla bütün gün dört dönüp güzel dünyalarıyla bu renksiz ovayı çevirdikleri "oyun alanı"nda uyurlarken  - "sıcak evim"in "yumuşak" ve "kuru" yatağında yazıyorum.
"Dünya" kadar utanıyorum kendimden. 
"Unutma!" diyorum bugünü. "Unutma!"
Arda'nın şaşkın gözlerini, Mihriban'ın cılız bedenini, Hatice'nin "bilen" bakışlarını, mosmor dudakları ve çıplak ayakları..
"Unutma!"
Dokunmayı, gülümsemeyi unutma..
"İnsan"ı  "unutma!"
"Eksik etme yüreğinden"..

***

Umudu tazeleyen/Umuda koşan herkese..

Duygu İçer